13 Aralık 2015 Pazar

Los Amantes Pasajeros (2013)

Aklımı Oynatacağım!
I'm So Excited!

I'm so excited
Pedro Almodovar, şimdiye kadarki en kötü ama en eğlenceli ve muhtemelen en GAY filmiyle karşınızda!

Almodovar sinemasını çok severim. Her zaman sonu şaşırtmacalıdır ve kesinlikle bir yerinden LGBTİ temalıdır. Bu filmde ise Almodovar sınırlarının dışına taşmış ve tam anlamıyla GAY temalı bir film yapmış. Şimdiye dek yaptığı filmlere baktığımızda ortalama bir yerde bile değil maalesef bu film ancak o kadar komik ki bunları pek de düşünmüyorsunuz izlerken.

Film bir uçakta geçiyor. Uçağın pilotları, Business Class yolculara bakan hostesleri ve Business Class yolcuları hikayemizin ana karekterleri. Economy Class yolcuları ise her zaman olduğu gibi figüranı oynuyorlar.

Filmin kadrosuna baktığımızda Penelope Cruz ve Antonio Banderas da bulunuyor ancak filmde öyle ahım şahım rolleri yok bu Hollywood oyuncularının. Filme çok güzel bir ivme kazandırıyorlar ilk dakikalarda.

Gelelim filmin konusuna… Tüm dünyadaki erkek uçuş görevlilerinin çoğunda olduğu gibi bu filmdeki uçuş görevlilerinin yönelimi de kendi cinslerine, yani eşcinseller. Uçakta eşcinsel olan sadece uçuş görevlileri değil daha başka eşcinsel karakterler de var ama söyleyip de heyecanı kaçırmayım.
I'm so excited
Üçü de ayrı ayrı komik ve eğlenceli karakterler. Yolcular da karakter olarak uçuş görevlilerinden daha az marjinal değiller. Her birinin ayrı bir arızası var. Uçak kalktıktan kısa bir süre sonra uçakta bir sorun olduğu fark ediliyor ve en yakın havaalanına doğru inişe geçiliyor. Tüm bu hengamede uçaktakilerin hayatlarına tanık oluyor ve onların birbirleri ile bağlantılarını keşfediyoruz.

Çok fazla beklentiye girmeden keyifli vakit geçirmek için izlenilebilecek bir film yapmış ALMODOVAR. Ben izlerken çok eğlendim. Bakalım siz beğenecek misiniz filmi?

Film Hakkında:
  Yönetmen: Pedro Almodóvar
  Senaryo: Pedro Almodóvar
  Oyuncular: JAntonio Banderas, Penélope Cruz, Coté Soler, Antonio de la Torre, Hugo Silva, Miguel Ángel Silvestre, Laya Martí, Javier Cámara, Carlos Areces, Raúl Arévalo, Pepa Charro, Nasser Saleh, Concha Galán, José María Yazpik, Guillermo Toledo
  Yapım Yılı: 2013
  Ülke: İspanya
  Dil: İspanyolca
  Süre: 90 dakika
I'm So Excited! (2013) on IMDb

16 Ekim 2015 Cuma

GZONE'nun Yaş Günü Partisine Davetlisin!

1 yıldır çevrimiçi ortamda yayın hayatına devam eden eşcinsel magazin dergisi GZONE yaş gününü İstanbul gay eğlence hayatının yeni üyesi HERO'da kutluyor.

Amerika’nın en ateşli yeni partisi “ACTION!”, Türkiye'de ilk defa HERO ISTANBUL’a GZONE’un 1. yaş gününü kutlamak için geliyor.

Dünyaca ünlü DJ LEOMEO’nun onur konuğu olacağı bu gecede ev sahibi DJ  Burak Şahin ve Serkan Türker eğlencenin ateşini yükseltecekler.

Seksi dans ekibi sizleri muhteşem şovları ile büyülerken, eğlence tüm gece boyu tam gaz devam edecek.

IOS ya da ANDROID Store’dan indirdiği GZONE uygulamasını girişte gösteren misafirler saat 01.00’e kadar şehrin en merak edilen gece kulübü HERO İSTANBUL’a ücretsiz giriş yapacak.

Kahramanını bulmak ya da birinin kahramanı olmak için bu gece HERO'daki GZONE Partisinde ol!

3 Eylül 2015 Perşembe

Kullanmasını Bilmeyene PENİS Verme Sen Ya Rabbim!


Uzunca bir zamandır cinsel hayatım askıda bekliyordu. Majör depresyondan yeni yeni çıkmaya başlayan ben libidomdaki artış neticesinde “SERPME kahvaltı” tabelalarını “SPERM kahvaltı” şeklinde okumaya başlamıştım. 5-6 aydır da elime erkek eli değmediği için seks yapma vaktinin geldiğini düşünüp icraata geçmeye karar verdim. Uzun lafın kısası geçen hafta birisiyle cinsi bir münasebetimiz oldu.

Başta her şey yolundaydı. Güzel güzel öpüşüyor, ateşli ateşli sevişiyorduk. Sevişmenin ardından anal sekse karar verdik. Sevgili partnerime kondomu uzattığımda "ne gereği var ki” ifadesiyle bakan gözlerini gördüm. Güvenli sekse her zaman önem veren biri olarak hemen kondomu paketinden çıkartıp partnerimin münasip yerine yerleştiriverdim. Kayganlaştırıcıyı da vakit kaybetmeden sürdüm ve biz yine sevişmeye başladık.

Ateşli ateşli sevişirken birden bu pozisyonumuzu değiştirdi ve HAŞIRT diye kökledi. Ben acı içerisinde onu ittim ve ayağa kalktım. “Ne yapıyorsun ya” dedim, “Salak mısın sen!”. Ya kusura bakma çok heyecanlandım, dedi. Kafasını kırmak geçti içimden ama uzun zamandır ilk kez biriyle birlikte oluyordum. İşin tadı kaçmıştı ama yine de bir şans daha vermek istedim. Biz yine sevişmeye başladık. Bu kez benim kontrolümde hazzın doruklarına ulaştık ve birlikte boşaldık.

Eve gelirken hala inceden bir sızı vardı arkamda. Unutmuşsun bunları diye söylendim kendi kendime. Artık 6 ay ara vermeyim diye düşündüm ve hayatıma kaldığım yerden devam ettim. Ta ki...

Çarşamba sabahı uyandığımda ishal bir bünye beni selamladı. Hafiften de ateşim çıktı gece. Pek telaş etmedim çünkü soğuk su içince bile bademciklerim hemen şişer ve ateş yapar bende. Telaşlanmadım ama tuvalet kağıdında gördüğüm çok hafif kırmızılık sinirimi bozdu. “Gerizekalı zedelemiş bağırsağımı” dedim içimden.

Ertesi gün 2 damla kan gördüm tuvalet kağıdında. “Bir kaç gün böyle sürer sanırım” dedim ve önemsemedim. Cuma günü o 2 damla kan yine tuvalet kağıdındaydı ve dışkımın üzerinde de biraz kan vardı. “Pazartesi’ye dek devam ederse doktora gideyim” dedim ve yine işime gücüme baktım.
Hafif bir sızı hissediyordum ama tahriş olmuş olmasından dolayı normal olduğunu düşünüyordum. Cumartesi günü sabah tuvalete gittiğimde o 2 damla kan 6-7 damlaya çıkmıştı, dışkımda kan çok daha fazlaydı ve tuvaletimi yaparken çok acı hissetmiştim. İşin kötü yani tuvaletten çıktıktan sonra da acı hissetmeye devam ediyordum. Hemen interneti açıp konu ile ilgili araştırma başladım. Bağırsak kanserinden, prostat kanserine değin bir sürü hastalığın belirtisi olarak gösteriliyordu bu durum. İşin kötü yani tedavi de sadece ameliyat ile kalın bağırsağın alınmasıyla mümkün oluyordu. Ben acil servise gitmeye hazırlanırken aklıma dahiliye hekimi arkadaşım Murat geldi. Hemen aradım ve hikayeyi anlattım. Korkulacak bir şey olmadığını, anal seksten dolayı tahriş olduğunu ve bir süre böyle devam edeceğini, Pazartesi günü genel cerraha göstermem gerektiğini söyledi. Ben 2 gün daha nasıl dayanacağım diye sorunca bana 2 tane krem 1 tane de fitil yazdı. Kremin bir tanesi ağrı kesici, diğeri sabah kullanmam içindi. Fitili de gece yatarken kullanacaktım. Koşarak eczaneye gittim ve ilaçları aldım.

İlaçları kullanmaya başlayınca ağrım azaldı ve gece tamamen geçti. Tahriş olan bağırsağım daha fazla yıpranmasın diye katı gıda ile beslenmeyi tamamen kestim. Sadece süt, yoğurt ve çorba ile benlenmeye başladım. Pazar günü ağrımın olmamasının mutluluğu ile tuvalete girdim. Tarif edemeyeceğim bir ağrı ile boşaltımımı sağladım ve tuvalet kan içinde kalmıştı. Tuvalet kağıdını kandan ıslanmış halde görünce gözüm karardı, ellerim titremeye başladı. Dudaklarım uyuştu, ayakta duramadım. Tuvaletten çıktım ama oturma odasına gidecek gücüm yoktu. Tuvaletin kapısının önüne uzandım ve inleyerek ağladım. Acil Servis’e gitsem yapabilecekleri bir şey olmadığını bildiğimden ağrı kesici kremi sürüp olabildiğince az şey yiyerek Pazartesi’nin gelmesini bekledim.

Pazartesi olduğunda yine ağlaya ağlaya tuvalete gittim, korkudan mı yoksa bir şey yemediğim için mi bilmiyorum tuvaletimi yapamadım. Öğlen hastanede genel cerrah ile randevum vardı. Doktor beni muayene etti. Korkulacak bir şeyin olmadığını ancak bunun iyileşmesinin yaklaşık 3 hafta süreceğini söyledi. Pazar günkü kanamanın benim arkadaşımın verdiği fitil yüzünden olduğunu söyledi. Fitil basur içinmiş ve bağırsağı yumuşatıyormuş. Yara da yumuşak kalınca sürekli kanama oluyormuş.

Bunun tedavisi için 2 tane merhem varmış. Biri normal satılıyor, diğeri ise eczacı tarafından bir karışımla hazırlanıyormuş. Satılan ilacın çok daha etkili olduğunu ama hastaların yarısından çoğunda şiddetli baş ağrısı yaptığından söz etti. Bana hangisini istediğimi sordu. Ben de en etkili hangisiyse onu istediğimi, bir an önce bu acıdan kurtulmak istediğimi söyledim.

Hastaneden çıkınca doğruca eczaneye gittim ve ilacı almak istedim. Az bulunan bir ilaçmış.Biraz pahalı olduğundan ve SGK da ödemediğinden dolayı eczaneler ellerinde bulundurmuyorlarmış. Bir kaç eczaneye sorduktan sonra en son akşama getirme taleplerini kabul ettim çaresiz.

Akşamüstü eczaneye gittim ve heyecanla ilacı aldım eve geldim. Kullanmaya başladım. Bir kaç gün daha kan geldi ama sonrasında kanama nihayet kesildi. Halâ tuvalete çıktığımda ağrı hissediyorum ama en azından kanamıyor.

Sonuç olarak uzuuuuuun bir zaman anal seks yapamayacağım. En azından pasif olarak! Doktorun söylediğine göre dikkat etmezsem yeniden olması çok büyük ihtimalmiş. Yaşadığım acıyı düşündükçe seks bana hiç de cazip gelmiyor artık. Uzun bir aradan sonra yeniden canlandırayım dediğim cinsel hayatımı daha da kötü bir duruma getirdim.

29 Ağustos 2015 Cumartesi

Erkek Cinselliği İle İlgili İlginç Bilgiler

  • Günlük hayatlarında devamlı porno izleyenler, gerçek hayatta partnerlerini günden güne daha az seksi bulmaya başlıyorlar.
  • ABD Medikal Birliği'ne göre sünnetli erkekler sünnetsizlere göre daha uzun orgazm yaşıyorlar.
  • Dünyada her 4 erkekten biri tek başına oral seksi deniyor.
  • Fransızlar orgazma "la petit mort" (Küçük ölüm) diyorlar.
  • Seksomnia (Uykulu seks) ABD'den bilimadamları bu hastalığın uyurken seks rüyalarından, mastürbasyona ve cinsel ilişkiye kadar giden bir alışkanlık olduğunu belirtiyorlar. Bu tip hastaların %80'i erkek. (Ünlü gay bloggerlardan biri de bu hastalıktan kendinde olduğunu yazar durur.)
  • Erkeklerin %26'sı bir buluşmaya gitmeden önce üstlerini kokluyor. Kıyafetlerinin kokmadıklarından emin olmak için.
  • Yatak odası en çok seks için tercih edilen yerlerden. İkinci ise arabalar geliyor.
  • Birinden telefon numarasını istedikten sonra erkeklerin %44'ü 3 gün sonra karşısındakini arıyor. (Bu yöntemin daha havalı gözüktüğünü düşünerekten.)
  • Daha fazla orgazm, daha fazla yaşlılık demek.
  • Ortalama bir erkeğin testisleri 4.5 cm uzunluğunda 2 cm genişliğinde oluyor.
  • Japonya'da Kokigami adında yapılan bir sanat var. Kağıttan yapılan mitolojik veya hayvan figürlerinden oluşan Origami'ye benzeyen bu heykel penis tarafından yırtılıyor.
  • Tarih boyunca ölçülen en büyük penis boyu 35 cm'dir.
  • Yapılan bir araştırmaya göre insanların %54'ü  ofiste seks yaptıklarını açıklıyorlar.
  • Dünya üzerinde her 5 saniyede 2778 kez seks hakkında konuşuluyor.
  • İnsan sperminin içeriğinde 30 çeşit madde vardır. Bunlardan bazıları fruktoz, askorbik asit, kolestorol, sitrik asit, nitrojen, b12 vitamini tuz ve enzimler.
  • Oral seksin en çok yapıldığı ülke Avusturya.
  • Erkeklerin %74'ü seks sırasında orgazm olurken kalan 23'ü ise düğer zamanlarda oluyor.
  • 4 erkekten 3'ü iş arkadaşlarını fantazilerine dahil ediyor.
  • Almanların %56'sı seks hayatları kötüyse partnerlerinden ayrılıyor.
  • Dünya üzerinde 4.2 milyon kadar porno internet sitesi var.
  • Erkeklerin %72'si dergi kapaklarında yakışıklı bir erkek gördükleri zaman komplekse giriyor.
  • Primatlar içinde en büyük penise insanlar, en büyük testislere ise şempanzeler sahip.
  • Kaliforniya Üniversitesi'nin araştırmalarına göre Alman erkeklerin penisleri ortalama 14.3 cm. Essen Üniversitesine göre ise 14.48 cm. Benim yaptığım araştırmaya göre ortalama 17.5 cm civarında!
  • Uluslararası bir araştırmaya göre Almanlar dünyadaki en kötü aşıklar olarak biliniyor, Daha sonra Türkler çok terli oldukları için tercih edilmiyor. İsveçliler çok aceleci, Hollandalılar çok sert, Amerikalılar çok hakimiyetçi, İngilizler çok şişman, Ruslar ise çok kıllı oldukları için kaybediyor. Kazanan yine İtalyanlar oluyor.
  • Dünya genelinde düzenli bir korunma yapılmıyor. Her 3 İsrailliden 1'i korunuyor. Japonlar en çok korunanlar arasında.
  • İlk prezervatifler kuzu bağırsağı ve hayvan zarlarından yapılıyordu.
  • İngilizler, yatak odalarında en çok seks yapmaktan hoşlanıyor. Daha sonra telefonla konuşmak, okumak ve uyumak geliyor.
  • Bazı yiyecekler libido arttırıyor. Özellikle havyar, incir ve kereviz!
  • Birçok erkek ilk cinsel ilişkilerinde güçsüz bir penis yüzünden iyi bir deneyim yaşayamıyor.
  • 3 kişiden 2'si sarhoş olduğu için korunmadan seks yapıyor.
  • Erkekler ne tarz rüya görürlerse görsün uyurken ortalama 9 ereksiyon yaşıyorlar.
  • Kadınların %92'si öpüşürken gözlerini kapatıyor. Erkeklerin ise yarısı ise öperken gözü açık oluyor.
  • Bir erkek hayatı boyunca ortalama olarak7200 kez boşalıyor. Bu 7200 boşalma, 53 litre sperm yapıyor.
  • Dünya üzerinde erkeklerin %43'ü aşk acısı yüzünden ağlıyor.
  • Amerikalıların %70'i birkez tuvalette seks yaptıklarını söyledi.
  • Bir sakızda 5 kalori var. Bir doz spermde de aynı ölçüde kalori var.
  • Bir erkek bir gün içinde 300 milyon sperm üretebiliyor.
  • Akedemik kariyerine önem veren öğrenciler hayatta yalnız kalıyorlar.
  • Milattan önce 13.yüzyıldada Libya'yı işgal eden Mısırlılar 13.230 adet penisi yanlarında götürdüler.
  • Erkeklerin %28'i ereksiyon olma hallerini kondom taktıkları anda kaybediyorlar.
  • Bir peniste kısmında 4000 sinir noktası bulunuyor. Klitorisin ise uç kısmında 8000 sinir noktası bulunuyor. 
  • Ev işlerine yardım eden erkeklerin daha iyi bir seks yaşamı oluyor(muş).
  • İnsanların %44'ü toplum içinde seks yapıyor.
  • En çok prezervatif Haziran ile Ağustos ayları arasında satılıyor.
  • Meksikalıların %63'ü seks hayatından memnunmuş.
  • En küçük penis boyu 1 cm'den biraz uzun olarak ölçülmüş. (ay yazıııık)
  • 20 erkekten 1'i seks sırasında uyuyakalıyor.
  • Napolyon'un penisi 40 bin dolar karşılığında Amerikalı bir üroloji uzmanına satıldı. 
  • Öpüşürken 40 adet yüz kasımız çalışıyor.
  • Boşalan bir penisten çıkan spermin ortalama hızı 44.8 km/s.
  • En uzun mesafeye attırma  rekoru  yaklaşık 6 metre ile Horst Schultz'a aittir. Aynı kişi, en yükseğe (3,77m) ve en yüksek hızla (70km/saat) fışkırtma rekorunun da sahibidir.

28 Temmuz 2015 Salı

20 Centímetros (2005)

Senin Hayalin Ne Kadar Büyük?
20 santimetre..?

20 santimetre
İzlediğinize değecek, son derece eğlenceli bir film 20 Centímetros. Özellikle bu sıcak yaz günlerinde keyifli zaman geçirmek için harika bir seçenek.

Narcoleptik, seks işçisi bir trans olan Marieta'nın tek istediği vücut bütünlüğünü bozan penisinden kurtulup bir an önce tam anlamıyla kadın olmaktır.

Buraya kadar herhangi bir sorun yok. Ancak Sevgili Marieta’nın penisi 20 cm uzunluğunda olup herkesi cezbezmektedir. Yattığı adamların onu kütür kütür becermesini beklerken, penisini gören herkes karşısında domalır. O ise sadece gerçek bir kadın olmak istemektedir. Gerçek bir kadın neden erkekleri arkadan becersin ki?

Marieta’nın tek derdi kocaman bir penis değildir! Bir de Narcolepsi hastasıdır. Narcoleptik olan insanlar günün herhangi bir saatinde aniden derin uykuya dalabilirler. Marieta’nın başına bu durumdan ötürü bir sürü bela gelecektir. Ancak rüyaya daldığında kendini fiziksel olarak tam bir kadın olarak gürür ve şarkılar söyler. Şarkılardaki performans, kostüm ve koreografiler görülmeye değer! Şunu belirtmem gerekir ki performanslar o kadar eğlenceli ki neredeyse Priscilla kadar başarılı!

Güzel bir film aşksız olur mu? Olmaz tabi ki…

Marieta’nın dillere destan bir güzelliği olmamasına rağmen El Reponedor gibi taş bir abimizi tavlayacak ve sizler filmi izlerken şoklar içinde kalacaksınız. Ne diyelim… Allah çirkin şansı versin!

Transeksüel Sinema
Sonuç olarak 20 Centímetros'u izlediğinize pişman olmayacaksınız!

Şimdiden herkese iyi seyirler.

Film Hakkında:
  Yönetmen: Ramón Salazar
  Senaryo: Ramón Salazar
  Oyuncular: Mónica Cervera, Pablo Puyol, Miguel O'Dogherty, Concha Galán, Pilar Bardem, Rossy de Palma, Lola Dueñas, Juan Sanz
  Yapım Yılı: 2005
  Ülke: İspanya, Fransa
  Dil: İspanyolca, Fransızca, İngilizce
  Süre: 112 dakika
 20 centímetros
(2005) on IMDb

8 Temmuz 2015 Çarşamba

Onur Haftası Nasıl Başladı, Neler Yaşadık?

İlginç bir hafta geçirdik ülke ve dünya olarak. Pek çok iyi gelişme olduğu gibi, canımızı sıkan gelişmeler de oldu!
Onur Haftası pek çok eşcinsel gibi benim de heyecanla beklediğim bir etkinliktir. Hafta boyunca yapılan konserler, partiler, söyleşiler için sabırsızlıkla bekliyorum bir kaç senedir. Bu sene Onur Haftası yaklaşırken Zorlu PSM’de yapılacak olan Boston Gay Korosu konserinin iptali ilk gölgeyi düşürdü. Herkes üzgün ve şaşkındı ama çok zaman geçmeden Boğaziçi Üniversitesi konsere ev sahipliği yapacağını açıkladı. Herkesin içini bir mutluluk kapladı. Hem böylesine bir etkinlik iptal olmadığı için, hem de ülkemizde yalnızca bir üniversite bile olsa homofobik tavırlara karşı onurlu duruş sergilediği için keyiflendik.

Bu konu tam burada kapandı derken İstanbul Medeniyet Üniversitesi rektörü homofobik tweet’i ile gündeme oturdu. Hepimize nasıl bir ülkede yaşadığımızı bir kez daha suratımıza tokat gibi vurdu bi tweet! Bir üniversite rektörü, bir akademisyen, bir bilim adamı nasıl olur da bu denli homofobik olur ve insanları nefrete teşvik eder diye hem sinirlendik, hem de anlamaya çalıştık. 
(Ama anlayamadık!)

Bu arada konserin Boğaziçi Üniversitesi tarafından nasıl finanse edilebildiği merak konusuydu. Boston Gay Korosu’ndan açıklama geldi. Konseri iptal ettikleri için maddi tazminat ödemişler yani konseri istemeseler de finanse ederek sponsor oldular.

Bu seneki Onur Haftası etkinliklerinin neredeyse tamamına katılmak istiyordum ama ne yazık ki pek azına katılabilme şansım oldu.

Katıldığım ilk etkinlik 23 Haziran Salı günü yapılan Kadıköy Sokak Partisi oldu. Blogger dostum Nick Smorty ile katıldığım etkinlikte oldukça eğlendik. Zaman zaman hoparlörün fişi çıktı, müzik kesildi, zaman zaman kalabalıktan dans edemedik ama her şeye rağmen çok eğlenceli bir etkinlikti. Partide sadece LGBTİ bireyler değil, heteroseksüel pek çok kişi de vardı. Özellikle sevgilisini koluna takan kızlar ve nereye geldiklerinin tam da farkında olmayan erkek arkadaşları partide hiç de azınlık değillerdi. Belki şans eseri ya da bilgileri dışında bir partiye gelmişlerdi ama kısa bir tedirginlik sürecinin ardından onlar da partinin tadını çıkardılar.

Çarşamba günü Şişli Belediyesi Kent Kültür Merkezi’nde Hormonlu Domates Ödül Töreni vardı. Geçen sene gittiğimde inanılmaz eğlenmiş, bu seneki etkinliği de dört gözle bekliyordum. Son anda iş yerinden bir arkadaşımızın ayrılması ve veda yemeği sebebiyle katılamadım. Katılanlar oldukça keyifli zaman geçirmişler.

Cuma günü Tunnel Sahne’de 23. LGBTİ Onur Haftası Partisi vardı. O gün inanılmaz yoğun geçti benim için! Sabah iş yerinde yoruldum. Öğlen işten arkadaşlarla Beşiktaş’ta yemek yedik. Öğleden sonra uzun zamandır görüşemediğim gay arkadaşlarla Karaköy’de takılmaca. Akşam Taksim’de yemek, gece de parti…

Tunnel Sahne’ye gittiğimizde sokaktaki kalabalık çok hoşumuza gitti. Bir sürü insan sokakta toplanmış muhabbet ediyorlardı. Tunnel Sahne’ye girdik ama içerisi tekel büfesi kıvamındaydı. İnsanlar sadece mekanı içki almak için kullanıyor, içkisini alan sokağa çıkıyordu. İçerideki müzik benim zevkime hiçbir şekilde hitap etmeyen bir tarzdaydı. Zaten 1-2 kişi dışında da içeride dans eden falan da yoktu.

Sokakta uzunca bir zaman takıldıktan sonra aynı gün Mono Bar'da Ayı Onur Haftası Partisi olduğunu hatırladım ve gece yarısından sonra oraya geçtik. İçeride 80’lerden müzikler çalmayı seven bir abimiz vardı. 80’leri severiz ancak tüm gece 80’lere tahammül etmemiz zordu. Biz de kendimizi ortaya atıp çılgınca dans ettik ve bir süre sonra mekandan ayrıldık.

Cumartesi günü uzun zamandır beklediğimiz Boston Gay Korosu konseri için Boğaziçi Üniversitesi’ne gittik. Konser 18:00’de başlayacak yazıyordu ama biz nasılda 19:00’dan önce başlamaz diyerek 18:30 gibi konser alanına ulaştık. Konser alanına ulaştığımızda içeriden müzik sesleri geliyordu. Ben ukala ukala “prova yapıyorlardı” dedim ama yanılmışım, konser çoktan başlamıştı. Boston Gay Korosu’nun performansı gerçekten harikaydı. Son şarkıda Amerikan Başkonsolosu Charles F. Hunter da koroya katıldı ve Katy Perry’nin bir şarkısı eşliğinde harika bir şov sergilediler. Bilenler bilir Amerikan Başkonsolosumuz da eşcinsel. Hatta geçenlerde bir Türk ile evlendi.
Pazar günkü Onur Yürüyüşü’ne dek Onur Haftası böyle geçti benim. Pazar geldiğinde ise durum bir hayli karmakarışıklaştı. Bu seneki Onur Yürüyüşü’ne polisin şiddeti damgasını vurdu! Onur Yürüyüşü’ne ait izlenimlerimi bir başka yazıda sizlerle paylaşıyor olacağım.

14 Şubat 2015 Cumartesi

SEN HİÇ “SEVGİLİLER GÜNÜ”NDE TERK EDİLDİN Mİ?

24 yaşımın son günlerindeydim. İstanbul’a o sene taşınmış, heyecanla şehri ve şehirdekileri keşfetmeye başlamıştım. Güzel insanlarla tanışıyordum ama sonu sadece cinselliğe bağlanıyordu. Cinsellik sonrasında duygusal bir ilişki oluşmuyordu. 

Bir kaç sene öncesinde çok kötü bir deneyimle karşılaşmıştım ve insanlara güvenmekte zorlanıyordum. Hayatı çok da ciddiye almıyordum. Sadece günü güzel geçirmekten ibaretti hayat kaidem.

Bilenler bilir… O zamanlar Mynet’in IRC sohbet odaları vardı. İnternet sitesinden girebildiğiniz gibi MiRC gibi programlar yardımıyla da bu sohbet kanallarına ulaşabiliyordunuz.

Aylardan Kasım’dı. Hava soğuktu, dışarıda zaman geçirmektense evde oturup bilgisayar başında takılmanın daha konforlu geldiği günlerden biriydi. Can sıkıntısı ile Mynet’in sohbet odalarından #Gay kanalına girdim ve insanlarla sohbet etmeye başladım. Bir sürü insan yazıyordu. Konuşmaların hepsi “slm nbr” ile başlıyor “asl? yer var mı?” ile devam ediyordu.

Ben de hiç üşenmeden bunların hepsine cevap veriyordum. Kimisini engelliyor, kimisini merak ediyor msn messenger’a geçip kamera açmasını istiyordum. Vay beee… O zamanlar msn messenger diye bir  program vardı. Hey gidi günler hey…

Neyse… konuyu dağıtmayım. Konuşmalar tekdüze devam ederken birisi yazmaya başladı. 19 yaşında olduğunu söyledi ve gülmeye başladım bilgisayar başında. “Bakalım velet ne istiyor?” diyerekten gayriciddi bir şekilde yazışmaya başladım. Akıllı uslu bir şekilde yazışıyor ve ciddi bir şeyler yaşamak istediğinden söz ediyordu. Daha önce uzun bir ilişkisi olmuş (19 yaşında birinin ne kadar uzun bir ilişkisi olabilirse artık) başka kimse ile de beraberlik yaşamamış. Sadece cinselliğe dayalı bir şey aramadığı için Mynet’te sık sık engellemelerle karşılaşıyormuş. Anlattı uzun uzun…

Sanırım 2 saat kadar yazıştık. Biz yazışırken hava kararmış, akşam olmuş, karnım acıkmıştı. Yemek yiyeceğimi bahane ederek sohbeti bitirmek üzereydim ki “Sohbete bir kahve eşliğinde yüz yüze devam edelim mi?” dedi. Dışarıda hava buz gibiydi. Canım hiç bir yere gitmek istemiyordu ama yapacak bir işim de yoktu. “Yemekten sonra bir şeyler içelim o halde!” dedim, telefon numaralarımızı verdik ve sohbet kanalından çıktım.

Yemekten sonra beni aradı ve nerede buluşmanın bana en uygun olduğunu sordu. Açıkçası genelde Taksim’de falan buluşurdum ama eve yakın olsun diye “Kadıköy’de buluşalım” dedim. “Peki o halde 19:00’da Haldun Taner Sahnesi önünde görüşürüz” dedi.

Nasılsa veledin biriyle buluşuyorum diye saçımı bile taramadan en pejmürde halimde evden çıktım ve buluşmak üzere yola koyuldum. Normalde kendi yaşımdan küçük -hele ki 20 yaşında bile olmayan- biriyle buluşmam ama konuşma sırasında hiç cinsellikten söz etmemesi, sadece güncel konularla ilgili konuşması beni buluşmaya ikna etmişti.

Her zamanki gibi 5-6 dakika geç kaldım buluşma yerine. 194 boylarında, kaslı değil ama iri yapılı, hoş vücutlu bir çocuk beni bekliyordu. Saçları bu yaşta dökülmeye yüz tutmuş, sarı teni soğuktan kırmızıya dönmüş, biraz mahçup, biraz sempatik bir genç adamdı. Beraber kahve zincirlerinden birine gittik, kahvelerimizi aldık ve sohbete koyulduk.

Alıcı gözle incelemeye başladım. Vücudu tam benlikti. Malum ben iri tiplerden hoşlanırım. Ama büyük bir dezavantajı vardı: sarışındı! Ayrıca yaş itibariyle hayatta heyecanlandığı şeyler çok farklıydı. Hiç elektrik alamadım ama sohbetinden oldukça keyif aldım. O da sanatla oldukça ilgiliydi. Uzun uzun tiyatrodan, sinemadan hatta operadan söz ettik. Müzik zevklerimiz, dizi zevklerimiz gibi pek çok ortak noktamız çıktı. Evet, çekici gelmemişti ama pekala arkadaş olabilirdik. 

O akşamdan sonra sık sık beni aradı. Gerek internet üzerinden, gerek telefondan, gerekse de yüz yüze pek çok kez görüştük. Onu tanıdıkça bir şekilde kendine bağlıyordu beni. Yaş olarak küçüktü benden ama çok olgun davranıyordu. Oldukça kibardı ve gerçek bir centilmendi.

Diğer buluşmalarımda genelde insanları evime davet edip evimde vakit geçirirdim. Eğer arada elektriklenme olursa olay cinselliğe bağlanırdı. Onu evime hiç davet etmiyordum. Dışarıda buluşuyor, birlikte güzel zaman geçiriyorduk. 

Böyle böyle 2 ay geçti ve artık ben de ondan çok hoşlanmaya başladım. Yolda sokakta kuytu köşelerde el ele tutuşmalar, gizlice öpüşmeler başladı ve evime davet etmenin vakti geldi. Buluşmalarda bana gelmeye başladı. Yakınlaştık… Bana sarıldığında kendimi güvende hissediyordum. Dünya yıkılsa bize bir şey olmaz gibiydi benim için.

Adı koyulmuş bir ilişkimiz yoktu ama birbirimize aittik artık. Şubat ayı gelmiş, herkes 14 Şubat için etkinlik hazırlıklarına başlamıştı. İkimiz de operayı çok seviyoruz diye 14 Şubat gecesi için Süreyya Operası’ndaki bir temsile bilet aldım bizim için. Öncesinde yemek yiyecek, operadan sonra da bana gidecektik.

Yemek yedikten sonra saat 20:00 gibi opera binasına girdik. Bizimle beraber bir çift daha girdi ama bütün ışıklar kapalıydı. Birbirimize bakıp bir aksilik mi var diye sorduk. Kapıdaki görevli “Bugünkü temsil 16:00’daydı ve bitti. Akşam bir etkinlik yok!” dedi. Biletlerimize baktık, gerçekten de etkinliğin saati 16:00 idi. Normalde Süreyya Operası’nda temsiller 20:30’da başlar. Sevgililer Günü olduğu için 16:00’da yapılmış. E tabi opera sanatçılarının da sevgilileri var, değil mi!?!

Biraz hayalkırıklığına uğradık ama moralimizi bozmadan biraz alışveriş yapıp eve geçtik. Bizimki elleriyle bana bir şeyler yapmak istiyordu. Aşçı olabilecek kadar yetenekliydi bu konuda ama bir sorun vardı! Ben evde mutfağı hiç kullanmıyordum. hatta kapısını bile açmıyordum. Aman ne gereği var desem de ikna edemedim ve bakımsız mutfağıma girip bir şeyler hazırlamaya başladı. Kocaman elleriyle meyveleri doğrarken ben de hayran hayran onu seyrediyordum.

Mutfaktaki iş bitince oturma odasına geçtik ve kucak kucağa oturduk, öpüşmeye başladık. Onu öperken mutluluktan havalandığımı hissediyordum. Birden öpüşmeyi bıraktı ve “ben yapamayacağım” dedi! “Neyi yapamayacakmışsın?” diye sordum hemen. O beni üzmeye kıyamazmış, bir gün ailesi evlen derse evlenmek zorunda kalırmış ve o gün ben yıkılırmışım. En güzeli ilişki daha derinleşmeden burada bitirmekmiş!

Şaşırdım… öpüşürken birden terk edilmiştim! 20 yaşında birinin fikirleri kolayca değişebilir, birden ani heyecanlanabilir, sonra verdiği kararın ne kadar saçma olduğunu anlar diye düşündüm ve pek üstüne gitmedim. Herhalde biraz aklı karışık dedim kendi kendime.

Beni terk etti ama evden de gitmedi. Kaldı, hatta gece seviştik, seks yaptık! Uyurken bana sarılmadı ama ben sabah olduğunda kendine gelir nasılsa diyerekten rahatça uyudum.

Sabah olduğunda oldukça mesafeli davranarak kalktı, üstünü giyindi ve evden ayrıldı! Evden gidene dek şaka yapıyor diye bile düşündüm. Çünkü ayrılmamız için geçerli hiçbir sebep yoktu. Ama kapıdan çıkıp da merdivenlerden aşağı indiğinde içime sanki bir taş oturdu. Kapıyı kapatamadım, öylece bakakaldım peşinden. İçimden bir ses arkasından koş, sarıl diyordu ama terk edilmiş olmanın yaraladığı gururum kapıyı kapattı.

Kapıya yaslandım ve yavaşça yere oturdum. 3-4 ay önce pek de önemsemediğim adam sebat edip benim kalbimi kazanmış, sonra da tam kendimi teslim etmişken kalbimi tuz buz etmişti.

Yerde bir süre oturduktan sonra “Herhalde özel bir problemi var. Nasılsa kısa bir süre sonra aklı başına gelir ve döner” diye kendimi avuttum ve kalktım. 

Benimle telefonda görüşmeye devam bir süre etti. Hatta bir akşam beni yemeğe davet etti. Ev arkadaşlarıyla falan da tanıştık. Sanki ilişkimiz hala devam ediyor gibiydi ama cinsel açıdan yakınlaşmıyorduk. Zamana ihtiyacı var, dönecek nasıl olsa diye düşündüm hep ama 2-3 ay geçti ve bizim aramızdaki iletişim iyiden iyiye azaldı.

Bir gün dışarıda yine bir şeyler içtik beraber. O gün anladım ki biz artık ayrılmıştık. Onunla küçük bir konuşma yaptım:
“Her kim olursa olsun Bayram, Yılbaşı, Sevgililer Günü, bir yakınının ölümü, hastalık gibi özel günlerde terk edilmeyi hak etmez. Eğer ki aldatmışsa ya da bunun gibi bir şey yapmışsa bir saniye bile görmek istemezsin ve terk edersin. Aksi takdirde 2-3 gün beklemelisin bu özel günlerin geçmesini! Hele ki bu insan sana en ufak bir hata yapmamışsa…
Ayrıca terk ettikten sonra kalıp sevişmezsin! Bu karşındaki kişinin aklını karıştırır ilişkinin akıbeti konusunda…”

Yaptığı şeyin birazcık da olsa farkına vardı. Yüzündeki ifadeden bunu anladım ve konuşmaya devam ettim:
“Ben yaptığın davranışa bir anlam veremedim ve çok üzüldüm. Çünkü sana inanmıştım ve kendimi teslim etmiştim. Hiçbir sebep yokken komik bir şeyi bahane ederek ilişkimizi bitirdin. Umarım bir gün birine gerçekten inanırsın ve tüm benliğinle kendini teslim edersin. O kişi de hiçbir sebep yokken seni terk eder ve umarım ki o gün aklına ben düşerim.”

Böyle söyleme dedi bunları dinledikten sonra. Çünkü çok inançlı biriydi ve mazlumların beddualarının gerçekleşeceğine inanırdı. Yüzüne bakarak onu çok sevdiğimi ama yaptığı çocukluğu ancak aynı şeyi yaşarsa anlayacağını ve bunu yaşamasını can-ı gönülden istediğimi söyledim.

O günden sonra görüşmelerimizin sıklığı daha da azaldı ama iletişimimiz tamamen kopmadı. Bir gün bana gelmek istediğini söyledi. Bir şeyler içmeye geldi. Muhabbet ettik, okuldan, hayattan, sanattan, edebiyattan konuştuk. Konuşmanın sonunu benden sonraki yaşadığı ilişkiye bağladı. Beni üzmekten korkan adamın bir başka erkekle ilişki yaşadığını dinlerken içimde ufaktan bir kin doğdu. Kalbim sıkışmaya başladı ama tepki vermeden dinledim sonuna dek.

Bizimki biri ile tanışmış ve aşık olmuş! Beraber olmaya başlamışlar. Zaman ilerledikçe bizimki sırılsıklam aşık olmuş. Tam da o günlerde yeni sevgilisi onu istemediğine karar vermiş ve sebepsiz yere terk etmiş! Benim bedduam yüzünden olduğunu düşünmüş ve bana kızmış ama sonra yaşattığı acıyı anlamış ve anlatmak istemiş.

Dinledim… tepki verip “oh iyi olmuş” demek istedim ama gözlerindeki acı bana çok tanıdık geliyordu. Aynı şeyleri ben de yaşamıştım. Nasıl bir başkasının üzüntüsünden mutlu olabilirdim ki!

Evden ayrıldıktan sonra uzun uzun ilahi adalet üzerine düşündüm. Öç almak için hiçbir şey yapmamıştım ama güzel Allah’ım tam da bana yaşattığı acıyı yaşatmıştı ona!

O gün bu gündür bir ilişkim olmadı. Sanırım güvenmiyorum artık insanlara. Kim bilir belki bir gün biri çıkar, tüm geçmiş kötü yaşantılarımı unutturur ve beni yeniden aşka inandırır!

11 Şubat 2015 Çarşamba

Sevgililer Günü’nde Yalnızlığın Tadını CardFinans ile çıkarın!

Sevgililik dediğin zor zanaat... Kadın-erkek ilişkilerini yürütmek başlı başına bir meziyetken, bunun üzerine bir de özel günlerde hediyesi, yaz yaklaşınca seyahati gelir. Sonra bir de bakmışsın evlilik ve çocuk derken çoğu zaman kocaman bir OFFF çektirir. Yani sevgililik dediğin, aslında hem maddi hem manevi açıdan hayatta vereceğin en büyük sınavındır. :)

Bununla da kalmaz, bu sınavda tartışmadan haklı çıkma mücadelesini vermek zorunda kalırsın. Tartışmadan haklı çıkmaksa zordur, erkekler içinse çooook daha zor. Hele bir de evliysen... Hiç evli erkek haklı çıkar mı?
Finansbank da öyle düşünmüş olacak ki; sevgililik müessesesine analitik bakmış, formülleri deşifre etmiş ve dikkat edilmesi gereken parametrenin “haklı çıkma değişkeni” olduğunu bulmuş!
Kabul edelim, haklı olmak ve haklı çıkmak aynı şeyler değildir!

Haklı çıkamayacağını kabul ettiysen, ilişkiye yapılan en temel yatırım olan “hediye” aşamasına geçebillirsin.
Kendini affetirmek için hediye alınır.
Yıl dönümü geldiyse hediye alınır.
Doğum gününde hediye alınır.
Sevgililer Günü’nde hediye alınır.
Ve bu liste uzar gider...
Birliktelik süresi uzadıkça da, ilişkiye gösterilen özen ile yapılan harcama tutarı arasında her zaman ters orantı olacaktır.

Sevgililiğin matematiğini çözen Finansbank da, #SevgililikZor, yalnızlığın tadını CardFinans’ın hediyeleriyle çıkar” demiş. Bunun için de Sevgililer Günü’nde sevgilisi olmayanlara artan fırsatlar sunan bir kampanya yapmış .
14 Şubat’a kadar Finansbank bireysel kredi ve banka kartları ile giyim, kozmetik, ve kuyum sektörlerinde tek seferde yapılacak her 100 TL’lik alışverişiniz size birbirinden güzel hediyeler için bir adet çekiliş hakkı kazandırıyor.
Siz de 5 MacBook Pro, 5 iPad Air ve 5 iPhone 6’dan birine sahip olmak isterseniz, kampanya detaylarına bir göz atın derim;
http://www.cardfinans.com.tr/cardfinans-kullanin/kampanyalar/kamp6384/sevgililer-gunu-kampanyasi.aspx?ref=WEB_ASBO
Bir boomads advertorial içeriğidir.

29 Ocak 2015 Perşembe

Antidepresan ile YAŞAMAK

Uzun zamandır hayat enerjimi kaybetmiş şekilde yaşıyordum. Öyle ki artık intihar sadece bir düşünce değil bir saplantı haline gelmeye başlamıştı. Nefes almak bile zor geliyordu artık. Sanki hava daha yoğundu ve ciğerlerime çektiğimde boğuluyordum.

En yakın arkadaşlarıma bile anlattığımda beni şımarıklıkla suçladılar. "İşin gücün var, geziyor tozuyorsun. Rahat batıyor sana!" gibisinden şeyler söyleyip kendimi daha da kötü hissetmeme sebep oldular. Belki yaşamım onları çok mutlu edebilirdi ama beni etmiyordu işte. 

O günlerde yaşadıklarımı İntihar Etmek ya da Etmemek... İşte Bütün Mesele Bu! başlıklı yazımda sizlerle paylaştım. Bazılarınız bana kızdı insanları intihara teşvik ediyorsun diye, bazılarınız destek oldu, yol göstermeye çalıştı, bazılarınız da beni intihara daha da teşvik etti. Hepinize çok teşekkür ederim. Ne olursa olsun zamanınızı harcayıp okudunuz ve bir şekilde kendi yorumunuzu yaptınız.

Peki yazıdan sonra neler oldu hayatımda? Yazıda söylediğim üzere şehir dışında bulunan ailemi ziyarete gittim. Yurt dışında yaşayan kardeşim de o tarihlerde ailemi ziyarete gelmişti. Maaile birlikte zaman geçirdik. Uzun zamandır bir araya gelemiyorduk. Onların bana iyi geleceğini düşünmüştüm ama işler beklemediğim gibi gitmedi. Bir akşam yemeğinde konu mutluluğa geldi ve ben mutlu olmadığımı söyledim. Babam her zamanki gibi "Senin yerinde olmak isteyen binlerce insan var. Sanki başka bir şeyler yapabilecektin de engel olduk!" gibisinden konuşmaya başladı. Depresif ruh halimin de etkisiyle ağlama krizine girdim. Bunun üzerine babam ve annem 180 derece dönüş yaparak bir anda benim destekçim oluverdiler yalandan. Aman sarılmalar, sen benim için çok değerlisin demeler... Ya 10 dakika önce beni azarlayan, aşağılayan adam sen değil miydin mübarek!

Öyle bir ağladım ki artık dudaklarım falan uyuştu. Tir tir titredim sinirden! Ertesi gün aile geleneğimiz olan yok saymacılık oynadık. Bir gün önce krize girmemişim gibi davrandılar, davrandım. Ve anladım ki bana ailemden de fayda yok. Bu depresyon işinde yapayalnızım.

İstanbul'a döner dönmez hemen bir psikiatra gittim. Anlattım ruh halimi, hissettiklerimi! Şansıma doktor genç biriydi. Güzel ve rahat bir şekilde konuştu benimle. Bunun şeker hastalığı, tansiyon hastalığı gibi bir şey olduğunu, beynimin seratonin salgılayamadığı için bu düşüncelere daldığımı falan anlattı. Bana Lu***al Special 100 Mg yazdı ve günde bir tane almamı söyledi. İstifa edeceğim, ya da ücretsiz izne çıkacağım, dedim. Bir ay kritik bir karar vermememi ve rutin hayatıma devam etmemi söyledi.

İlacı içmeye başladığım ilk hafta hiçbir şey değişmedi hayatımda. Hatta kendimi daha da kötü hissetmeye başladım. İlaç o kadar çok uyku yapıyordu ki bazı günler 15 saat uyuyordum. Uyumaktan başka bir şey düşünemez hale geldim. E durum böyle olunca da insanın intihar gibi bir şey düşünmeye hali kalmıyor. Uyanık olduğum zamanlarda da beynim sanki uyumaya devam ediyordu. Yaratıcılığım tamamen yok oldu, İş yerindeki performansım düştü. Ama iyi yanı normalde beni sinirlendiren şeylere tepkisiz kalıyordum. Böyle böyle devam ederek 1 ayı geride bıraktım ve doktora yeniden gittim. Doktor uyku problemimi duyduğunda çok şaşırdı. Çünkü bu ilaç normalde insanlarda uykusuzluk yapıyormuş. Hatta ilacı kullananların büyük kısmı bu konuda şikayetçiymiş. Yalnızca kullananların %10'unun altındaki kitlede uyku yapıyormuş. Her zamanki şansımla o minicik yüzdelik dilime girmişim. Doktorum ilacı değiştirme kararı aldı ve bu kez de Pr***c 20 Mg verdi. Bir hafta kadar kullanıp kontrole gitmemi söyledi. 

Neredeyse 2 haftadır Prozac kullanıyorum ve bu ilaç resmen beni neşelendirdi. Kendi kendime şarkı bile söylemeye başladım ki çoooook uzun zamandır unutmuştum. Daha sakinim, daha aptalım ama daha umursamaz, daha neşeliyim artık. Gelecekle ilgili kaygılarım neredeyse yok oldu. Şimdilerde daha analitik bakabiliyorum hayata. Evet... hala işimden nefret ediyorum ama çalışmak bana acı vermiyor. Sadece yeni bir yola nasıl girebilirim diye mantıklıca düşünüyorum. 

Benim gibi hayattan vazgeçip intiharı düşünen, kim bilir belki de deneyenler olmuştur aranızda. Hayat gerçekten de çok zor ve yıpratıcı! İnsanların türlü türlü dertleri var. Kimsenin derdi bir başkasının derdinden büyük değil. Bu sebeple lütfen hayatları ve hayatlarınızı başkaları ile kıyaslamayın. En önemlisi de biri size gelip hayattan vazgeçtiğini söylerse ona kendi hayatınızdaki olumsuzluklardan bahsedip aslında ne kadar şanslı olduğuınu falan söylemeyin. Eğer iyi bir arkadaşsanız sadece dinleyin. Yargılamadan konuşun ve yardım edebebileceğiniz bir şey olup olmadığını sorun. En kötü ihtimalle elinden tutup bir psikiatra götürün!

Antidepresan kullananlara hep biraz zır deli gözüyle bakıyor insan. Ben de kullanmadan önce mesafeli duruyordum bu ilaçlara ama kullandıktan sonra diyebilirim ki depresyon bir hastalık ve ilaçla tedavisi mümkün!